Enteresan bir şekilde
başkalarının hayatlarına odaklanıyoruz, neden? Hıh, neden! O napmış,
kiminleymiş, nerdeymiş, bla bla bla… hayatın içine o kadar dalıyoruz ve o kadar
unutuyoruz ki yaşadığımız her şeyi ve anları, yaşadıklarımızın zamanlarını o
kadar karıştırmışız ki birbirine ne ne zaman olmuştu diye düşünürken kafama
ağrılar girdiğini fark ettim. Sonra aslında olayların zamanlarını anlamaya
çalıştığımda ve bir yere oturtmaya başladığımda aslında çoğunda hata yaptığımı
gördüm, face dediğimiz aslında bu kadar zaman sonra dijital bir günlük olduğunu
fark ettiğim şey sayesinde. Ne kadar çok şey paylaşmışım kendimle ilgili ve
aslında ne kadar yanlış anlatmışım kendimi kendime kendi doğru bildiklerime
tutunarak.
Eski dostlarımın
aslında ne kadar eski olduklarını anladım önce ve şuan olandan daha fazlasını
nasıl kaybettiğimi fark ettim. Daha çok doğum günü tebriği alıyormuşum mesela,
yazılı olanları geçtim telefonla arayanlar ve şimdi aramayanlar aklıma düştü
birden. Sonra bir dostumun, ‘Engin otomatiğe bağlamışsın, herkese aynı cevabı
yazmışsın, teker teker cevaplamak bile zor gelmiş’ diye ettiği sitemi
hatırladım. Şimdi o dostum arasa, Engin nasılsın diye sorsa, dünyanın en mutlu
insanlarından biri olurdum herhalde.
Eski fotoğlarıma
baktım, bi dolu sorunla uğraşıyodum ama gözlerimin içi gülüyormuş, şimdi ise
foto çekmek gelmiyor içimden, zaten neyle çekilecem ki o da ayrı bir konu.
Elimde küçük bir kedi yavrusunun olduğu fotoyu gördüm, duygulandım.
Hatırlıyorum o günü, Kadıköy’de dolaşıyorduk adamın biri satıyordu o kedileri, 2
taneydiler. Almak istemiştim hakikaten ama yurtta kalıyordum, bakmam mümkün
değildi. O anın üstünden nerden baksan on yıl geçti, 4 tane ev değiştirdim ama
o kediyi hala alamadım.
Sonra Tarabya sahilde
mezniyet gecesi çekildiğimiz fotoyu hatırlıyorum. Çok sevdiğim bir dostum,
şimdi evlendi Allah mutluluk versin, sabaha kadar kafası güzel gevezelik
yapmıştı. Hatta o kadar Leyla olmuştu ki sabahın bir köründe yatsın, artık
uyusun diye halay çekmiştik evin içinde. Sonra öğlene doğru uyandığımızda fark
ettik ki halay sırasında birimiz tekme atıp kalorifer borusunu kırmışız, salon
su içindeydi. Usta getirdim, adam eve girdiğinde baktı her yerde birileri
yatıyor, ‘abicim siz ne yaptınız bu evde demişti’ cevap veremeyince işini yaptı
usul usul gitti evden.
Sonra o fotoğrafı
gördüm, hayatım boyunca yaşadığım en güzel anlardan biriydi herhalde. Çok güzel
gülmüştük, çok derinden. Sabahında kardeşim ‘abi kim koymuş bu direksiyonu bu
ağacın tepesine’ deyip kahkahalarla uyandırmıştı beni. 2 hafta önce oradaydım,
aynı yerde oturup meşhur tostundan
yedim. Gece karanlığında hafif esen rüzgarda denizi seyrettim, bomboştu
sokakları. 2 duble rakı içmek istedim, baktım tek başına tadı çıkmayacak, yaz
aylarındaki gibi cıvıl cıvıl değil, vazgeçtim.
O meşhur sözü geldi
aklıma bizim çılgının,‘Nihat doğan survivorda, cengo çadırda’
yeşiller üstümde, çamurlu postallarım ayağımda halimi görünce. O günün ertesi
fırtına çıktı kamp alanının olduğu yerde, ben gece nöbetinden çıkmışım gündüz
uyumaya çalışıyorum. Bir baktım ki içinde yattığım çadırı uçmasın diye dört bir
tarafından tutmaya çalışıyorlar. Noluyor dememe kalmadı, çadırın bir ucu
havalanmıştı bile. Dışarı çıktığımda çadırın biri çoktan uçmuş, askerler
peşinden koşuyorlardı tutmak için, malum devlet malı.
Bursa’da basamaklardan
inerken ki halim canlandı gözümün önünde. Deli gibi oynamıştık o gece, güzeldi
her şey, herkesin gözlerinin içi gülüyordu. Ananem zar zor yürürken o kadar
yolu gelmişti torununun mutlu gününde yanında olmak için. seninle tattım ben her mutluğu… diye çınlayan
bir nağme hatırlıyorum derinlerde bir yerde. Çok değil 1 sene sonra ne gül
kalmıştı ne de su.
Sonra yoğun geçen bir
iş hayatı, bir elimde çanta diğer elimde bavul, üstümde kalın bir kaban, bere,
eldiven, şal ve botlarımla Kütahya’nın kar tutmuş sokaklarında defter satmaya
çalıştığım günleri hatırladım. Bu sefer yalnız değildim, bavulum eşlik ediyordu
bana, 2 ay önce aynı bavulu Balıkesir’de otelde unuttum. Gecenin bir yarısı
Çanakkale’de temiz çamaşır, gömlek falan aramıştım. Çocuk az kaldı satıyordu
bana 6xl gömleği. Denemesem yeni sünnet olmuş çocuklar gibi çıkacaktım
müşterilerin karşısına.
Bir dostu gördüm
mutlulukla, tüm sıcaklığıyla hayatıma dokundu, bana kapısını açtı, sorgusuz
sualsiz hayatına aldı beni, belki de en zor anlarımda yanımda durdu. Sonra
mecburen gitmek zorunda kaldı. Şuan arayıp zordayım desin, yetiş demesine
fırsat vermeden yola çıkmış olurum bile.
Şimdi mi! Şimdi de bir
şey yok, hatırlanmak istenen güzel anılar, kendini zorla hatırlatmaya çalışan
acı tecrübeler ve bilinmezlik ama şımarıkça hatırlanmak istemek. Sana soruyorum
Engin ARINAN, kendini hatırlatmak için ne yaptın. Kalbini kırdıkların ya da
umursamadıkların, amaaaan boşver dediklerin, boşladıkların yanında mı olacaktı, herkes... neyse boşver...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder