24 Kasım 2014 Pazartesi

geçmiş...



Enteresan bir şekilde başkalarının hayatlarına odaklanıyoruz, neden? Hıh, neden! O napmış, kiminleymiş, nerdeymiş, bla bla bla… hayatın içine o kadar dalıyoruz ve o kadar unutuyoruz ki yaşadığımız her şeyi ve anları, yaşadıklarımızın zamanlarını o kadar karıştırmışız ki birbirine ne ne zaman olmuştu diye düşünürken kafama ağrılar girdiğini fark ettim. Sonra aslında olayların zamanlarını anlamaya çalıştığımda ve bir yere oturtmaya başladığımda aslında çoğunda hata yaptığımı gördüm, face dediğimiz aslında bu kadar zaman sonra dijital bir günlük olduğunu fark ettiğim şey sayesinde. Ne kadar çok şey paylaşmışım kendimle ilgili ve aslında ne kadar yanlış anlatmışım kendimi kendime kendi doğru bildiklerime tutunarak.

Eski dostlarımın aslında ne kadar eski olduklarını anladım önce ve şuan olandan daha fazlasını nasıl kaybettiğimi fark ettim. Daha çok doğum günü tebriği alıyormuşum mesela, yazılı olanları geçtim telefonla arayanlar ve şimdi aramayanlar aklıma düştü birden. Sonra bir dostumun, ‘Engin otomatiğe bağlamışsın, herkese aynı cevabı yazmışsın, teker teker cevaplamak bile zor gelmiş’ diye ettiği sitemi hatırladım. Şimdi o dostum arasa, Engin nasılsın diye sorsa, dünyanın en mutlu insanlarından biri olurdum herhalde.

Eski fotoğlarıma baktım, bi dolu sorunla uğraşıyodum ama gözlerimin içi gülüyormuş, şimdi ise foto çekmek gelmiyor içimden, zaten neyle çekilecem ki o da ayrı bir konu. Elimde küçük bir kedi yavrusunun olduğu fotoyu gördüm, duygulandım. Hatırlıyorum o günü, Kadıköy’de dolaşıyorduk adamın biri satıyordu o kedileri, 2 taneydiler. Almak istemiştim hakikaten ama yurtta kalıyordum, bakmam mümkün değildi. O anın üstünden nerden baksan on yıl geçti, 4 tane ev değiştirdim ama o kediyi hala alamadım.

Sonra Tarabya sahilde mezniyet gecesi çekildiğimiz fotoyu hatırlıyorum. Çok sevdiğim bir dostum, şimdi evlendi Allah mutluluk versin, sabaha kadar kafası güzel gevezelik yapmıştı. Hatta o kadar Leyla olmuştu ki sabahın bir köründe yatsın, artık uyusun diye halay çekmiştik evin içinde. Sonra öğlene doğru uyandığımızda fark ettik ki halay sırasında birimiz tekme atıp kalorifer borusunu kırmışız, salon su içindeydi. Usta getirdim, adam eve girdiğinde baktı her yerde birileri yatıyor, ‘abicim siz ne yaptınız bu evde demişti’ cevap veremeyince işini yaptı usul usul gitti evden.

Sonra o fotoğrafı gördüm, hayatım boyunca yaşadığım en güzel anlardan biriydi herhalde. Çok güzel gülmüştük, çok derinden. Sabahında kardeşim ‘abi kim koymuş bu direksiyonu bu ağacın tepesine’ deyip kahkahalarla uyandırmıştı beni. 2 hafta önce oradaydım, aynı yerde oturup meşhur tostundan  yedim. Gece karanlığında hafif esen rüzgarda denizi seyrettim, bomboştu sokakları. 2 duble rakı içmek istedim, baktım tek başına tadı çıkmayacak, yaz aylarındaki gibi cıvıl cıvıl değil, vazgeçtim.

O meşhur sözü geldi aklıma bizim çılgının,‘Nihat doğan survivorda, cengo çadırda’ yeşiller üstümde, çamurlu postallarım ayağımda halimi görünce. O günün ertesi fırtına çıktı kamp alanının olduğu yerde, ben gece nöbetinden çıkmışım gündüz uyumaya çalışıyorum. Bir baktım ki içinde yattığım çadırı uçmasın diye dört bir tarafından tutmaya çalışıyorlar. Noluyor dememe kalmadı, çadırın bir ucu havalanmıştı bile. Dışarı çıktığımda çadırın biri çoktan uçmuş, askerler peşinden koşuyorlardı tutmak için, malum devlet malı.

Bursa’da basamaklardan inerken ki halim canlandı gözümün önünde. Deli gibi oynamıştık o gece, güzeldi her şey, herkesin gözlerinin içi gülüyordu. Ananem zar zor yürürken o kadar yolu gelmişti torununun mutlu gününde yanında olmak için.  seninle tattım ben her mutluğu… diye çınlayan bir nağme hatırlıyorum derinlerde bir yerde. Çok değil 1 sene sonra ne gül kalmıştı ne de su.

Sonra yoğun geçen bir iş hayatı, bir elimde çanta diğer elimde bavul, üstümde kalın bir kaban, bere, eldiven, şal ve botlarımla Kütahya’nın kar tutmuş sokaklarında defter satmaya çalıştığım günleri hatırladım. Bu sefer yalnız değildim, bavulum eşlik ediyordu bana, 2 ay önce aynı bavulu Balıkesir’de otelde unuttum. Gecenin bir yarısı Çanakkale’de temiz çamaşır, gömlek falan aramıştım. Çocuk az kaldı satıyordu bana 6xl gömleği. Denemesem yeni sünnet olmuş çocuklar gibi çıkacaktım müşterilerin karşısına.

Bir dostu gördüm mutlulukla, tüm sıcaklığıyla hayatıma dokundu, bana kapısını açtı, sorgusuz sualsiz hayatına aldı beni, belki de en zor anlarımda yanımda durdu. Sonra mecburen gitmek zorunda kaldı. Şuan arayıp zordayım desin, yetiş demesine fırsat vermeden yola çıkmış olurum bile.

Şimdi mi! Şimdi de bir şey yok, hatırlanmak istenen güzel anılar, kendini zorla hatırlatmaya çalışan acı tecrübeler ve bilinmezlik ama şımarıkça hatırlanmak istemek. Sana soruyorum Engin ARINAN, kendini hatırlatmak için ne yaptın. Kalbini kırdıkların ya da umursamadıkların, amaaaan boşver dediklerin,  boşladıkların yanında mı olacaktı, herkes... neyse boşver... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder