Şimdi sen öyle
bakıyorsun ya, yan gözle, kirpiklerini altından kıs kıs, aslında görmüyormuş,
ya da ilgilemiyormuş gibi…İşte orda canımdan can alıyorsun, eritiyorsun
kalbimi, harlıyorsun ateşini…diyebilmeyi çok istemişti.
Bir Pazar sabahı
kahvaltı öncesi kahvesini yudumluyordu, göl içi köyün asırlık çınarının
altında, gıcır gıcır seslenen eski tahta koltukların üstünde, kazları izlerken.
Ara sıra gelirdi buraya ama çok sık değil, korkardı alışmaktan ve
bayağılaşmasından. Birde takıntılı bir tipti, en son yalnız gittiği yere yine yalnız
gitmek, sevgiliyle gittiği yere de yine bir sevgiliyle gitmeliydi. Bu yüzden
özlediği halde gidemediği, göremediği, anılarını yenileyip eskilerini
süpüremediği bir sürü yer vardı ziyaret ettiği şehirlerde. Hala inat ediyordu
mesela, kendini belki de evinde gibi hissettiği nadide yerlerden biri olan
tarihi kuleye gitmiyordu, gitmeyecekti de.
Hava hafiften esiyor,
çınarın dalları tomurcuklanıyordu. Gölün suyu kıştan kalma çamurluydu hala,
köprü ayağındaki yosunların tazeliğinin kokusu geliyordu burnuna, sular daha
yeni çekilmeye başlamıştı, hala ıslatıyordu arada sırada yeşillikleri.
Civardaki kuşlar, karabataklar, kazlar, hala hafiften suyun altında kalmış
kenar bölgelerde, yeni yeni yetişmeye başlayan otlarla, aralardaki böceklerle
besleniyorlardı. Daha hareketlenmemişti buralar, daha tam sezonu açılmamıştı,
yazın daha da güzel olurdu çoğusuna göre. O ise tamda bu zamanlarına hayrandı.
Mevsimin geçişini tüm zerrelerine kadar hissediyordu bu yüzlerce yıllık eski
yerleşim yerinde.
Öyle tam teşekküllü bir
kahvaltı yapmazdı burada, önce bir kahve, duyuları açılsın diye. Sonra çift
kaşarlı bir tost, özellikle eski kaşar koydururdu, yanına da taze, demli ince
belli. Öyle alıyım son moda kitaplardan, kenarda sessizce okuyayım, entel havalarında
takılayım gibi bir tarzı hiç olmadı. Sevmezdi kitap okumayı, zamanı, gerçekten
yapacak bir şeyi olmadığı zaman evinde okurdu. Yalnız bir adamdı zaten,
yıllardır yalnız yaşıyor ama bir gün yalnız ölmekten korkuyordu. Geliyor, oturuyordu
öylece, telefonu sessizde, akıl defteri elinde aklına düşenleri not ediyordu,
ortama büyülenip unutmamak için.
Ne kadar zaman geçti
farkında değil, etrafındaki masalara bir sürü insan geldi oturdu, gitti. Gıcırtılarından
anlıyordu geleni gideni. Bir ara kafasını çevirdi sağına doğru. Göz göze
geldiler, kıvılcım çıktı gözlerinden. Saatlerdir konuşmamıştı, şuan zaten
konuşamazdı da… Derin bir nefes aldı…ve verdi. Sonra başını çevirdi. Kalbi daha
hızlı atıyordu, elini ayağını ne tarafa koyacağını şaşırmıştı. Gayri ihtiyari,
sol bacağını sağ bacağının üstüne attı. Vücudu sağına doğru döndü. Bir kez daha
kaldırdı başını, kahkülünün arasından sol gözüyle kaçamak bir bakış yakaladı,
daha fazla bakamadı, yapamadı, diyemedi… sol bacağını indirdi, uzun uzun
uzaklara baktı ve derin ama sessiz bir oh çekti… Devesine uzandı, gözlerini
kısıp bir nefes aldı… boş gözlerle hülyalara daldı…