17 Mart 2015 Salı

Bir Garip Hikayesi 5



Şimdi sen öyle bakıyorsun ya, yan gözle, kirpiklerini altından kıs kıs, aslında görmüyormuş, ya da ilgilemiyormuş gibi…İşte orda canımdan can alıyorsun, eritiyorsun kalbimi, harlıyorsun ateşini…diyebilmeyi çok istemişti.

Bir Pazar sabahı kahvaltı öncesi kahvesini yudumluyordu, göl içi köyün asırlık çınarının altında, gıcır gıcır seslenen eski tahta koltukların üstünde, kazları izlerken. Ara sıra gelirdi buraya ama çok sık değil, korkardı alışmaktan ve bayağılaşmasından. Birde takıntılı bir tipti, en son yalnız gittiği yere yine yalnız gitmek, sevgiliyle gittiği yere de yine bir sevgiliyle gitmeliydi. Bu yüzden özlediği halde gidemediği, göremediği, anılarını yenileyip eskilerini süpüremediği bir sürü yer vardı ziyaret ettiği şehirlerde. Hala inat ediyordu mesela, kendini belki de evinde gibi hissettiği nadide yerlerden biri olan tarihi kuleye gitmiyordu, gitmeyecekti de.

Hava hafiften esiyor, çınarın dalları tomurcuklanıyordu. Gölün suyu kıştan kalma çamurluydu hala, köprü ayağındaki yosunların tazeliğinin kokusu geliyordu burnuna, sular daha yeni çekilmeye başlamıştı, hala ıslatıyordu arada sırada yeşillikleri. Civardaki kuşlar, karabataklar, kazlar, hala hafiften suyun altında kalmış kenar bölgelerde, yeni yeni yetişmeye başlayan otlarla, aralardaki böceklerle besleniyorlardı. Daha hareketlenmemişti buralar, daha tam sezonu açılmamıştı, yazın daha da güzel olurdu çoğusuna göre. O ise tamda bu zamanlarına hayrandı. Mevsimin geçişini tüm zerrelerine kadar hissediyordu bu yüzlerce yıllık eski yerleşim yerinde.

Öyle tam teşekküllü bir kahvaltı yapmazdı burada, önce bir kahve, duyuları açılsın diye. Sonra çift kaşarlı bir tost, özellikle eski kaşar koydururdu, yanına da taze, demli ince belli. Öyle alıyım son moda kitaplardan, kenarda sessizce okuyayım, entel havalarında takılayım gibi bir tarzı hiç olmadı. Sevmezdi kitap okumayı, zamanı, gerçekten yapacak bir şeyi olmadığı zaman evinde okurdu. Yalnız bir adamdı zaten, yıllardır yalnız yaşıyor ama bir gün yalnız ölmekten korkuyordu. Geliyor, oturuyordu öylece, telefonu sessizde, akıl defteri elinde aklına düşenleri not ediyordu, ortama büyülenip unutmamak için.

Ne kadar zaman geçti farkında değil, etrafındaki masalara bir sürü insan geldi oturdu, gitti. Gıcırtılarından anlıyordu geleni gideni. Bir ara kafasını çevirdi sağına doğru. Göz göze geldiler, kıvılcım çıktı gözlerinden. Saatlerdir konuşmamıştı, şuan zaten konuşamazdı da… Derin bir nefes aldı…ve verdi. Sonra başını çevirdi. Kalbi daha hızlı atıyordu, elini ayağını ne tarafa koyacağını şaşırmıştı. Gayri ihtiyari, sol bacağını sağ bacağının üstüne attı. Vücudu sağına doğru döndü. Bir kez daha kaldırdı başını, kahkülünün arasından sol gözüyle kaçamak bir bakış yakaladı, daha fazla bakamadı, yapamadı, diyemedi… sol bacağını indirdi, uzun uzun uzaklara baktı ve derin ama sessiz bir oh çekti… Devesine uzandı, gözlerini kısıp bir nefes aldı… boş gözlerle hülyalara daldı…