23 Kasım 2014 Pazar

Acı Bir Bahar Hikâyesi…



Çok keyifli bir meclis kurulmuş Çanakkale sahilinde, Meşhur Kavala Balık’ta. İllaki başımıza bir büyük gerek. Bir’i kesmedi o ayrı. 3 güzel insan ve Bahar Hanım. Oradan buradan, ağırlıklı iş üzerine yüzeysel, derinlemesine girmeden ama arada kulakları da çınlataraktan devam ediyor gece. Ağır bir keyif ortamı, uzun zamandır arayıp ta bulamadığım tat, lezzette.

Bahar hanım kenarda sakince yudumluyor kadehini, mezelerden tek lokma dahi almadan. Arada laf atıyorlar sırf ortama dahil edelim gibilerinden ama hiç oralı değil. 2 cümle kurup devam ediyor keyfine. Sıfır ego, ben bayan olarak buradayım biraz dikkat edin söylediklerinize gibilerinden trip atan tiplerden değil. Birkaç defa sağın dudağının kenarını hafif yukarı kaldırarak hafif gülümsemesini yakalım o kadar. Kulağı bizde belli ki, küçük mimiklerle gösteriyor dinlediğini. Bir ara gerçekten, saygısızlık olmasın diye böyle yaptığını düşündüm, aslında dinliyormuş gibi yaptığını düşündüm. Ama yanıldığımı çabuk fark ettim.

Bahar hanım; 40’lı yaşlarında 100 kilonun üstünde, temiz yüzlü, sakin, özgüveni yerinde,  mütevazı ve ağırbaşlı asil bir bayan. Uzaktan baktığınızda dikkatinizi çekmez, yanından geçer gidersiniz. Aynı masaya oturduğunuzda ister istemez dikkat kesiliyorsunuz. Bu kadının olayı ne diye geçiyor içinizden. Ben meclisin küçüğü olarak, düstur gereği çok fazla sorgulayamadım ama içimden bir karakter yarattım hemen.

Çok sevmiş, genç yaşta kaçarak evlenmiş. Dayı amca vasıtasıyla bir kamu bankasına girmiş. Sonra ağır bir hastalık geçirdiği için malulen emekli olmak zorunda kalmış. Biri lise diğeri ortaokul yaşlarında iki  kız çocuğu var. Hastalığına, kaybettiği eşi sebebiyle çektiği acı sebep olmuş. Çok çalışmış, çok görmüş, çok yorulmuş kırk yılda bir dışarı çıkan. Tüm hayatı kızlarının geleceği olmuş. Muhtemelen şuan ek olarak başka bir iş daha yapıyor. Belki de aynı anda annesine de bakıyor. Eşini hala içinde bir yerlerde saklıyor. Ama hatalığı yüzünden ondan uzaklaşmış, karmaşık bir bayan.
Hakikaten çözmekte zorlandığımı hissettim ve bir yandan beyaz huzur’u yudumlarken, diğer yandan huzursuzlaşmaya başlamıştım ki laf en sonunda döndü dolaştı Bahar hanıma geldi. Oda gayet net bir şekilde başladı anlatmaya, sakince.

Yüksek tahsilliymiş, aynı zamanda İtalyan mutfağı şefiymiş. Hayatının bir kısmı Roma’da geçmiş. Aileden zenginmiş, aslında parayla pulla işim yok dedi, gayet rahat bir şekilde. Çanakkale’nin en zenginlerinden biriyim dedi, ama beni tanımazlar, bankalar bile beni değil avukatlarımı tanırlar. Beni sadece ismen bilirler. Gölge bir hayat yaşamayı tercih ediyorum. Şuan ablamla birlikte yurt işletiyoruz, öyle yerimiz belli olsun işte. Sonra param var ama huzurum yok dedi. Büyük kızı lise son sınıftaymış, diğeri de ortaokul çağında. Ufak olan zehir gibi, Çanakkale birincisi şuan ve hiçbir sorunumuz yok ama diğeriyle başım dertte.

Büyük kızı Belgin, oğlanın birine tutulmuş, onun deyimiyle söylüyorum; 2 şişe biraya meze ediyor kendini ciğeri beş para etmez oğlanlara. Çocukta öğrenmiş tabi kim olduğumuzu, tavuk gibi yoluyor bizi diyor. En son araba almış çocuğa uzak dursun kızından diye. Ama ben napiyim, benim kızda iş yok. Bir ara canım gibi sevdiğim memleketimi bırakıp Antalya’ya yerleşiyordum. Gittim evi aldım, dayayıp döşedim ama bir türlü gidemedim yine. En son kızı Amerika’ya yollamakta buldum. Amerika’da paralı okuyacak, 500 milyar peşin yatırdım, bekliyorum liseyi bitirsin diye dedi. Hepimizin gözleri fal taşı gibi açıldı.

Ben direk ayıldım zaten, neresinden tutacağımı şaşırdım. Öyle döndüm, böyle döndüm inanmakta zorlandım uzun süre. Ama sonunda emin oldum, doğruyu söylüyordu. Ama bu kadar basit olmadığı kesindi. Yani sadece bir oğlandan uzaklaştırmak için yapılmazdı bu kadar şey. Yada rakam bizim için büyük diye belki de, bilmiyorum.

Şimdi alt metninde yatanları çözmek daha kolay olmuştu. Bir yandan dinliyor, bir yandan mimiklerini izliyor, söyleyemediklerini anlamaya çalışıyordum. Acı bir bahar hikâyesiydi bu. Zamanında kendi başına gelenlerin daha kötüsü kızının başına gelmişti.

Oğlan kuru takılıyordu, kızı da alıştırmıştı belli ki. Temizlensin diye hastanelerde yatırmışlardı gencecik yavrucağı. Oda saf bilememişti başına gelecekleri. Nüfuslu insanlar aracılığıyla mevzuyu ört bas etmişler ama kızı daha da üzülmesin diye çocuğa dokunamamıştı. Canını yakmıştı, onun tabiriyle şerefsizin biri. Belki de eskiden onunda canını yakanlardan birini hatırlatıyordu ona. Şimdi kendisinin yapamadığı şeyi yapıp, kızını uzaklaştırmak istiyordu bu diyardan. Gitsin istiyordu şuan ki aklıyla, belki daha kötü olacak, bilemez. 500 değil yüz tane 500 vermeye razıydı.

Muhabbetin sonlarına doğru az kaldı iş kurduruyorduk kendimize. Bilmem, beklide Belgin olsaydı kendi işimizin sahibi olmuştuk. Atamıza kadeh kaldırıp bitirdik geceyi, biraz şaşkın ama keyifle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder