Çok keyifli bir meclis
kurulmuş Çanakkale sahilinde, Meşhur Kavala Balık’ta. İllaki başımıza bir büyük
gerek. Bir’i kesmedi o ayrı. 3 güzel insan ve Bahar Hanım. Oradan buradan,
ağırlıklı iş üzerine yüzeysel, derinlemesine girmeden ama arada kulakları da çınlataraktan
devam ediyor gece. Ağır bir keyif ortamı, uzun zamandır arayıp ta bulamadığım tat,
lezzette.
Bahar hanım kenarda
sakince yudumluyor kadehini, mezelerden tek lokma dahi almadan. Arada laf
atıyorlar sırf ortama dahil edelim gibilerinden ama hiç oralı değil. 2 cümle
kurup devam ediyor keyfine. Sıfır ego, ben bayan olarak buradayım biraz dikkat
edin söylediklerinize gibilerinden trip atan tiplerden değil. Birkaç defa sağın
dudağının kenarını hafif yukarı kaldırarak hafif gülümsemesini yakalım o kadar.
Kulağı bizde belli ki, küçük mimiklerle gösteriyor dinlediğini. Bir ara
gerçekten, saygısızlık olmasın diye böyle yaptığını düşündüm, aslında
dinliyormuş gibi yaptığını düşündüm. Ama yanıldığımı çabuk fark ettim.
Bahar hanım; 40’lı
yaşlarında 100 kilonun üstünde, temiz yüzlü, sakin, özgüveni yerinde, mütevazı ve ağırbaşlı asil bir bayan. Uzaktan
baktığınızda dikkatinizi çekmez, yanından geçer gidersiniz. Aynı masaya
oturduğunuzda ister istemez dikkat kesiliyorsunuz. Bu kadının olayı ne diye
geçiyor içinizden. Ben meclisin küçüğü olarak, düstur gereği çok fazla
sorgulayamadım ama içimden bir karakter yarattım hemen.
Çok sevmiş, genç yaşta
kaçarak evlenmiş. Dayı amca vasıtasıyla bir kamu bankasına girmiş. Sonra ağır
bir hastalık geçirdiği için malulen emekli olmak zorunda kalmış. Biri lise
diğeri ortaokul yaşlarında iki kız
çocuğu var. Hastalığına, kaybettiği eşi sebebiyle çektiği acı sebep olmuş. Çok
çalışmış, çok görmüş, çok yorulmuş kırk yılda bir dışarı çıkan. Tüm hayatı
kızlarının geleceği olmuş. Muhtemelen şuan ek olarak başka bir iş daha yapıyor.
Belki de aynı anda annesine de bakıyor. Eşini hala içinde bir yerlerde
saklıyor. Ama hatalığı yüzünden ondan uzaklaşmış, karmaşık bir bayan.
Hakikaten çözmekte zorlandığımı
hissettim ve bir yandan beyaz huzur’u yudumlarken, diğer yandan huzursuzlaşmaya
başlamıştım ki laf en sonunda döndü dolaştı Bahar hanıma geldi. Oda gayet net
bir şekilde başladı anlatmaya, sakince.
Yüksek tahsilliymiş,
aynı zamanda İtalyan mutfağı şefiymiş. Hayatının bir kısmı Roma’da geçmiş. Aileden
zenginmiş, aslında parayla pulla işim yok dedi, gayet rahat bir şekilde.
Çanakkale’nin en zenginlerinden biriyim dedi, ama beni tanımazlar, bankalar
bile beni değil avukatlarımı tanırlar. Beni sadece ismen bilirler. Gölge bir
hayat yaşamayı tercih ediyorum. Şuan ablamla birlikte yurt işletiyoruz, öyle
yerimiz belli olsun işte. Sonra param var ama huzurum yok dedi. Büyük kızı lise
son sınıftaymış, diğeri de ortaokul çağında. Ufak olan zehir gibi, Çanakkale
birincisi şuan ve hiçbir sorunumuz yok ama diğeriyle başım dertte.
Büyük kızı Belgin,
oğlanın birine tutulmuş, onun deyimiyle söylüyorum; 2 şişe biraya meze ediyor
kendini ciğeri beş para etmez oğlanlara. Çocukta öğrenmiş tabi kim olduğumuzu,
tavuk gibi yoluyor bizi diyor. En son araba almış çocuğa uzak dursun kızından
diye. Ama ben napiyim, benim kızda iş yok. Bir ara canım gibi sevdiğim
memleketimi bırakıp Antalya’ya yerleşiyordum. Gittim evi aldım, dayayıp döşedim
ama bir türlü gidemedim yine. En son kızı Amerika’ya yollamakta buldum. Amerika’da
paralı okuyacak, 500 milyar peşin yatırdım, bekliyorum liseyi bitirsin diye dedi.
Hepimizin gözleri fal taşı gibi açıldı.
Ben direk ayıldım
zaten, neresinden tutacağımı şaşırdım. Öyle döndüm, böyle döndüm inanmakta
zorlandım uzun süre. Ama sonunda emin oldum, doğruyu söylüyordu. Ama bu kadar
basit olmadığı kesindi. Yani sadece bir oğlandan uzaklaştırmak için yapılmazdı
bu kadar şey. Yada rakam bizim için büyük diye belki de, bilmiyorum.
Şimdi alt metninde
yatanları çözmek daha kolay olmuştu. Bir yandan dinliyor, bir yandan
mimiklerini izliyor, söyleyemediklerini anlamaya çalışıyordum. Acı bir bahar hikâyesiydi
bu. Zamanında kendi başına gelenlerin daha kötüsü kızının başına gelmişti.
Oğlan kuru takılıyordu,
kızı da alıştırmıştı belli ki. Temizlensin diye hastanelerde yatırmışlardı
gencecik yavrucağı. Oda saf bilememişti başına gelecekleri. Nüfuslu insanlar
aracılığıyla mevzuyu ört bas etmişler ama kızı daha da üzülmesin diye çocuğa
dokunamamıştı. Canını yakmıştı, onun tabiriyle şerefsizin biri. Belki de eskiden
onunda canını yakanlardan birini hatırlatıyordu ona. Şimdi kendisinin yapamadığı
şeyi yapıp, kızını uzaklaştırmak istiyordu bu diyardan. Gitsin istiyordu şuan
ki aklıyla, belki daha kötü olacak, bilemez. 500 değil yüz tane 500 vermeye
razıydı.
Muhabbetin sonlarına
doğru az kaldı iş kurduruyorduk kendimize. Bilmem, beklide Belgin olsaydı kendi
işimizin sahibi olmuştuk. Atamıza kadeh kaldırıp bitirdik geceyi, biraz şaşkın
ama keyifle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder