19 Mart 2014 Çarşamba

Yol mu? Hangisi!..




Tanıyamıyorum, nerde o nerde ben? Bir yanlışlık var bu işte. Mekan yanlış, zaman yanlış, diyaloglar yanlış, sorular yanlış, cevaplar yanlış. doğru olan ne peki. Ben doğruyum, insanlar doğru, olaylar gerçek… Bu birikim, özellikle o doğru. Göz altı kerimini sürerken bekliyor morluklar geçsin diye peki içindekiler…

Aynaya baktığımda görüyorum bunu, iliklerime kadar işliyor yaşanılanlar, yorgunum onu anladım. Geçen öğlene kadar uyudum kalktığımda kendimi mal gibi hissettim. Ama şunu fark ettim, ben değil ruhum uyumak istiyor. Bu kadar sorumluluk ağır geliyor bu bünyeye, kafam kalkmıyor bir türlü, gözlerim hep uzaklarda. Bir şey mi arıyor? Sanmıyorum, ne bulacak ki! Öyle bakıyor, gerçekten işaret bekliyormuş gibi. Kalk artık, silkelen, kendine gel, hayata dön desin istiyor o işaret… Nereden baksan iki aydan fazladır yaşıyor bu şekilde. Dış makyajı gittikçe daha da kötüye gidiyor günden güne… İçi desen kör kütük sarhoş. Bir temiz sopa atasım var kendine gelsin diye ama olmuyor, Fight Club’ın hala film olduğu bir dünya burası. Dövse ya kendini, bir güzel dövse ya! Neye yarar ha, neye yarar? Ruhu dingin değil devamlı bilmediğinin peşinde…

Saat şuan sabahın 5’i. Herkes güzelce uykusunu çekerken o devesiyle baş başa. Öksürükler almış başını gitmiş, veremliden beter. Gözü yolda ama umurunda değil nasılı? İstemiyor gitsin veya gelsinler ama gözü yolda hep. İstiyor ki geride kalsınlar, hayata devam etsin kaldığı yerden. İstop ışığı yanan bir kartalın içinde dönmüş sola Istranca manzarası izliyor devesiyle dağın bir başında. Belki de bunu istiyordur ama maalesef araba nasıl kullanılır bilmez, ehliyeti de yoktur zaten. Kadim dost devede yarıda bırakmak üzere. Deliriyorum diye düşünmeye başladı şimdiden.  Ortaköy camiinin yanında şarap içerken görüyor kendini. Boğaza karşı sayıklarken buluyor kendini sonra da aklına geliyor defalarca yaptım bir boka da yaramadı diye söyleniyor. Yine sessizlik…

Nasıl içinden çıkacağını bilemediği bir labirente attı kendini, kendi arzusuyla. Yavaşça adımlarını atarken kapattı bir yandan bütün dış seslere kulaklarını. Hayal meyal buraya gel çıkış burada diyen sesler duyuyor bazen, ilgilenmiyor tabii ki. Kendim girdim kendim çıkarım diye tutturmuş devam ediyor yürümeye.  Yazık oluyor o yardım elini uzatanlara da, çırpınıp duruyorlar. Üzülüyor ama kısa sürüyor üzüntüsü. Yalnızlık kalmak istiyor bu yolda. Bir arka bahçesi var herkes gibi onun içindeki mini labirentte dönüp duruyor dolap beygiri gibi...

Farkında, çirkin bir hayat bu, hepten bet bir insan oldu. Eski beni istiyor. Çıkış yolu yakın! Güzel günler bizi bekler, eyvallah dersin geçer gider…

Bu yazıyı yazarken bir yandan Hayko’dan Yol Gözümü Dağlıyor Bak dinliyordu… 

2 Mart 2014 Pazar

Ümit…



“Kaçak var! Kaçak var!..” diye bağırıyordu hayat arkasından tüm gücüyle alabildiğine yüksek tondan. Hızlıca koşuyordu Ümit arkasına bakmadan, kopan gürültüye kulak asmadan. Kafasından çıkmak bilmeyen karanlık hatıralarla, içinde hala var olduğuna inandığı ufacık ışığı bulmaya gidiyordu emin adımlarla. Yamuk yumuk delikten içeri girmeden önce üzerindeki, onu dış dünya ile bağlantı kurmaya itebilecek her şeyden kurtuldu. O’nun gözünden düşen yapma kirpiği elinden bıraktığında adımını atmıştı karanlığa doğru, yere değmeden vücuduyla ay ışığının bağı kopmuştu bile.

16 yaşındaydı ilk adımını attığında taşı toprağı İstanbul’a Adana’nın bağrından kopup. Aksaray, Laleli, Sultanahmet derken kendini buldu tüm pis işlerin tam ortasında. Doğuştan gelen bir yeteneği vardı rol kesmeye, çok işine yarıyordu bu hafiften kaypak yanı. İnceden bir masumluk vardı yüzünde zamanla kirlendi o da bulunduğu sisin içinde. İlk kez kalbi kıpırdadı, kirpiği düşen kadının kirpiğini tutup ona geri vermek için gözlerine baktığında gözlerinin simsiyah ışıkla kaplanmasıyla,  gecenin bir yarısı Aksaray’daki bir pavyonda. Aşkı yüzünden mahpusa düştü alkollü bir gecede Işık’ın çalıştığı pavyonu basıp fedailerden birini yaralaması yüzünden.

18 yaşındaydı güneşin Bayrampaşa civarlarına doğmasını beklediğinde. 2 yıl yattı adam öldürmeye teşebbüsten ümitsiz aşkı uğruna. O kendi ışığının peşindeydi, ayda 5 gün demir parmaklıklardan sızan dolunaya mahkûm olmuştu.

Şimdi geçmişinden kaçıyordu hiç yaşamamış olmayı istediği. Kapattı kendini 3 aya yakın bir süre için Adana’nın kırsalındaki mağaralardan birine. Yanına yaşamsal hiç bir şey almadı bu yola çıkarken. Günün büyük kısmını etrafını çeviren soğuk duvarlarla geçirdi. Arada dışarı çıkıp yiyecek bir şeyler arıyordu. Hiç kimseyle konuşmadı bu süreçte iç sesi hariç. Doğanın ondan ne istediğini anlamaya çalışıyordu. Dinliyordu onun dışındaki fısıldanmaları. İyice güçten düşmüş, beti benzi atmış, vücudundaki etler sayılmaya başlamış, yüzü gözü uzayan sakallardan görünmez hale gelmişti ki; ben buraya büyük kaçış için değil yeniden doğuş için geldim deyip onu kucaklamaya hazır güneşin kollarına bıraktı kendini.

Gözleri kamaştı keskin güneşte. Ovaladı yumruk yaptığı ellerinin işaret parmaklarının dışıyla gözleri ışığa alışsın diye. O sırada sağ gözünden tek bir kirpik parçası çimlerin arasına düştü zamanla doğala karıştı. Işık’ınkiler çimlerin hemen altındaki ilk katmanda olduğu gibi durmaktaydı bir gün kabul edilme umuduyla.