Restore edilmiş eski
bir mekânın tarihi köprüye bakan camının önüne oturmuşlardı. Daha 2 dakika oldu
olmadı. Garson elindeki kırmızı’yı hanım efendiye uzattı. Bucak’tan gelmiş
meşhur salep’ten az tarçınlı iki tane istediler. Odun sobasından gelen çıtır
çıtır sesler içerisinde birbirlerini izliyorlar. Göz ucuyla da hafiften yağan
karın keyfini çıkarıyorlardı. Arkada hafif tonda Yeliz’den ‘gündüzüm seninle, gecem seninle’ tıngırdıyordu.
Arsen 30’lu yaşlarına
yakın hiçbir işte dikiş tutturamamış, devamlı kaybeden, hayatın yılmak bilmeden
dövdüğü ama yine de an’ın tadından vazgeçmeyen, ne olursa olsun tadını
çıkarmaya çalışan, kendince neşeli küçük hayatı ama büyük hayalleri olan hala
büyümeye çalışan duygusal ama romantik olmayı beceremeyen bir oğlandır. Uzun
zamandır ailesinden, onu gerçekten sevenlerden, uzakta yaşamakta özgürlüğüne
mücadele etmektedir. En büyük temennisi mutluluğu, huzuru aramaktan inatla
vazgeçmemektedir.
Gülnaz ise hırslı, çok
çalışan, hep hak ettiği daha fazlasının peşinden koşan, mükemmeliyetçi ama
kırılgan, kibar, naif, kendi çabalarıyla açmış nadide bir güldür. Güler
yüzlüdür ama nazlıdır da. Saklar kendini çalıların arasına, hazır değildir kendini
parlayan güneşin arasında parlatmaya. Büyük mutlulukların peşindedir ama cesur
değildir denemeye, üzülmüştür, kırılmıştır bir kere. Bir dahasını göze
alamamaktadır. Dinlerken gözü hep üzerindedir ama aklı nerdedir bilemezsin,
açmaz kendini.
Mis gibi kokan
saleplerle bir kırmızı daha getirir yağız garson. Gülnaz şaşkındır, Arsen’in
bir tepki göstermesini beklemektedir. Ama Arsen yudumlarken tam tersine
manzaraya bakar gibi yapıp göz ucuyla onun şaşkınlığının keyfini sürmektedir.
Hoparlörlerde cızırtıyla karışık Handan Kara’dan ‘sonbahar rüzgârları’ nağmeleniyordu.
Gülnaz ne oluyor diye
soramadan garson arkasını dönüp gitmiş, sobanın yanındaki masadan yirmili
yaşlarında genç hippi bir kız bir demet kırmızıyı eline bırakıp gülümsemiş ve
yanından ayrılmıştı bile. Gülnaz hala şaşkınlığını gizleyemiyordu. Ne oluyor
diye soruyordu kendi kendine, hayır her şey bir yana bunlar olurken bu çocuk
nasıl bu kadar sakin kalabiliyor diye düşünürken Esin Engin’den ‘seven ne yapmaz’ vardı sırada.
Uzak’ta üstü hafif
rutubet yapmış masadan saçları ortadan ikiye ayrılmış, uçları kırmızı
kurdeleyle bağlanmış küçük bir kız elindeki kırmızıyı Gülnaz’a bırakıp utanarak
kaçacakken Arsen yakalayıp tombiş yanağına kocaman bir öpücük kondurdu ve
yerine geçip Salep’ten yudumlamaya devam etti. Hala hiçbir tepki vermeden onu
izlemeye devam ediyordu.
Küçük kız yanından
geçerken Gülnaz’ın tam arkasında oturan. Uzun boylu, üstünde kaşe petit kareli
ceketinin cebinde katlı mendiliyle 70’li yaşlarındaki, kır saçlı, uzun kır
kaşlı, eski İstanbul beyefendilerini andıran amca, elindeki yeni
tomurcuklanmaya başlamış kırmızıyı şapkasıyla selam verdikten sonra Gülnaz’a
takdim etti, Suat Sayın’dan ‘sevemez
kimse seni’ inletiyordu hafif loş ortamı.
Gülnaz’ın mutluktan
ağzı kulaklarına varmıştı, nasıl tepki vereceğini bilemez haldeydi. Tam
hareketlenip Arsen’e sarılacakken. Arsen’in elinin montunun cebine uzandığını
fark etti. Yutkundu, sözleri boğazına takılı kaldı. Arsen kırmızı küçük kadife
kaplı kutuyu açıp ona uzattı; ‘Mutluluğu, huzuru daha uzaklarda aramayalım. Ben
buldum, bırakmayalım.’ dedi. Belkıs Özener’den ‘sen bahtımın güneşisin’ o
ana ne de çok yakışıyordu.
Gülnaz üst üste birkaç
defa daha yutkundu. Aptala dönüştü bir anda. Hiç beklemiyordu bunu. Hazır
değildi böyle bir teklife. Nefes almakta zorlandı. Kar yağmaya devam ediyordu.
Garson sobaya odun atıyordu. Kapağın açılıp kapanmasıyla demir sesleri
yankılandı. ‘Ama’ diyebildi Gülnaz. Bir yudum aldıktan sonra ‘daha erken değil
mi?’ diye başlayan konuşmasında ‘yeni tanıştık daha iki ay bile olmadı’ gibi
sözlerle devam etti. Sözler ağzından döküldükçe Arsen kalbine hançer
saplandığını hissediyordu. Boş gözlerle dışarısını izliyordu. Gülnaz bir yandan
ne kadar sevindiğini, ne kadar mutlu olduğunu anlatmaya çalışırken bir yandan
da biraz daha zaman istiyordu.
Arsen son yudumunu alıp
bir anda ayağa kalktı; ‘iki aydır sevgiliyiz öncesinde de altı aydır
birbirimizi tanıyoruz. Benim için tamamdır ama… ama…’ cümlesini tamamlamaktan
vazgeçti. Gülnaz’in elinden tuttu, küçük bir buse kondurup dışarı çıktı. Kar
iyiden iyiye şiddetlenmişti. Beyazların içinde gözden kayboldu. Zeki Müren acı
acı sızlatıyordu ortamı, ‘bulamazsın’.