İş çıkışı bir kahve sefası
yapmak için ara sokaklarda gizli kalmış, Han Çayevi’nde oturuyorlardı Esin’le
beraber. İçerisi çok sakin ama dışarısı ise tam bir curcunaydı. Bilimum eşyanın
satıldığı tarih bir handı, Eşk-i Han. Yaklaşık 200 yıllık tarihi vardı, tabii
ki bir anlamı vardır Eşk-i Han’in ama ben bilmiyorum. Genel’de farklı
alanlardan ticaret yapılan bir yerdi. İçerde Han Çeyevi dışında normal
insanların girdiği bir mekan bulunmaz, genelde hamalların cirit attığı bir
yerdi, toplu satış yapılırdı, Tahtakale’nin bir farklı versiyonu diyebiliriz.
Han Çayevi aslında uzun
yıllar buranın esnafına hizmet etmiş küçük bir çay ocağıydı. Semih keşfetmişti
burayı tek başına keşif gezisi yaptığı günlerden birinde. Oradaki esnafla
muhabbeti ilerletmiş, müsait olduğu zamanlarda gelip hal hatır soruyor, 2
muhabbetin belini kırıyordu. Hüseyin abi, Çayevi’nin sahibi 60’lı yaşlarında kulak
üstü birkaç ak tel hariç saçı olmayan, gür kır bıyıklı, kırışıklardan artık
gözleri küçülmüş harika çay yapan sakin bir amcaydı. Her gün giydiği aynı
solmuş laci hırkasıyla karşılamıştı Akif’i. Aylin’i görünce şaşırmamıştı hiç.
Çünkü bahsi geçmişti Hakan’la yaptıkları sohbetlerde. Feriha’yi nadide bir
çiçek olarak anlatmıştı Sadık. Hüseyin abi ise; kadının en nadide’si dahil,
olsa olsa göz alıcı bir vazo olur eğer sevmediyse, sevilmediyse demişti. Bu
konuşma kulaklarında çınladı Kerem’in.
Hüseyin abi, sorgusuz
sualsiz 2 tane sade ama bir o kadar da lezzetli kahvesinden ikram etmişti
misafirlerine. Rahat bıraktı gençleri, hemen yanlarındaki tabureye oturmuş bir
kulağı onlarda diğer yandan da bir türlü bitiremediği bulmacasına dalmıştı.
Gülay, her zamanki gibi
Recep’e ne kadar mutsuz olduğundan, işteki sorunlardan, buralardan gitmek
istemesinden, ziyarete gelen ailesinden falan dert yanıyordu. Ferhat ise onu
dinliyormuş gibi gözüküp, aslında birlikte ne kadar mutlu olabileceklerinin
hayallerini kuruyordu gizliden. Gönlü yoktu, Yıldız’in, eski sevgililerinden
kötü anılar biriktirmişti, uzaklaşmıştı erkeklerden. Kamil bir an kendini
toparladı, nedendir bilinmez sesli düşündüğünü fark etti birkaç dakika sonra.
Kafasının içinde sulayıp büyüttüğü sevgisini çok net, istese yapamayacağı bir
biçimde anlatıvermişti Sevda’ya.
Aylin bir anda kala kaldı,
ne diyeceğini bilemedi, ama dedim ya gönlü yoktu. Hayatına odaklandığını, hiç
kimseye yer açmak istemediğini, ilişki sorumluluğuna girmek istemediğini falan
söyleyip durdu. Yüzü asılmıştı Eren’in, yıkılmıştı rüyaları. Hüseyin abi,
duymuştu bütün konuşulanları. Boş kahve bardaklarını almaya gittiğinde Hülya’ya
doğru kafasını hafif eğdi ve sigaradan sararmış dudakları arasından şu
sözcükler döküldü; kızım, gerçekten bir an için sessiz kal ve düşün, en son ne
zaman kendini çok sevilmiş hissettin, göz alıcı bir vazo musun yoksa nadide bir
çiçek mi?...
Arka fon’da Erkin baba’dan
Senden başka çalıyordu…