17 Şubat 2014 Pazartesi

HER İŞ, HAYIR, DERT, UĞUR…



‘Darlandıkça buraya gelirim dalgaları seyretmeye onlarla konuşmaya. İki defa denedim ama başarılı olamadım. İçine kabul etmedi beni bu dalgalar.’ diye başladı uzun, dert kokan ama kendini dinlettiren konuşmasına Uğur’um. Ağzından çıkan sözcükleri anlamak için çok bilgili olmaya gerek yok, üzerine cahillik kokusu sinmiş en bet insanın bile içi titrerdi bu öyküyü dinlerken. Bir yanda denizi ve üstümüzü tüm şiddetiyle döven yağmur, öteki yanda Beşiktaş’ın tarihi Üsküdar iskelesinin etrafında birbirleriyle oynaşan fareler ve biricik dostlarım Angora ile Deve de şahit oldu bu hikâyeye.

Uğur 23 yaşında, esasen Erzincanlı ama hayatının büyük kısmını İstanbul’da geçirmiş, 11 yaşında okulu bırakmış iş hayatına girmiş, esas mesleği araba tamircisi olmasına rağmen şuan Teşvikiye’de bir otoparkta çalışıyor. Ayyaş bir babası, cefakâr bir anası, bacısı ve kardeşi var. Asıl mesleği kunduracı olan babasının alkolle fazla haşır neşir olması ailesinin en büyük sorunu ama atsan atılmaz satsan satılmaz diyecek kadar da babasına değer veriyor ne kadar sevdiği kıza kavuşamamasının ve ailesel sorunların sebebi O olsa da.

Saat 01.00 sularında karşılaştık Uğur kardeşle, sahilde uzakları izliyordu. Yanıma yaklaşıp ‘Saat kaç?’ diye sordu cevap vermek için telefonuma bakarken aklımdan ‘Acaba ne derdi var bir sesleneyim iki laflarız bana da iyi gelir belki.’ dedim. ‘Buyur birader gel otur.’ dememle konuşmaya başladı.

‘Hiçbir şey için değmez zaten güzel olan kötüdür, kötü olan da güzeldir önemli olan tadını çıkarmak, değerini bilmek bu hayatın.’ dedim. ‘Bende bir baba var!’ dedi iç çekerek. Bu akşam burada olmasının sebebi O imiş. Eve yüzü gözü kan içinde gelmiş, hastaneye, doktora götürmek istemiş O gelmemiş, sinirlenip kendini dışarı atmış. ‘3 saattir taban tepiyorum kendimi burada buldum.’ dedi.
Aslında sahile kendini atmasının esas sebebi kız meselesi, eli kolu bağlanmış her erkek gibi kendini yalnızlığa, sahil kasabası hikâyelerindeki erkek karakterler gibi denizden bir şeyler almaya hatta onun ağzına alırken bile tüm vücudunu titreten zalim sorulara cevap bulmaya gelmiş. Kendisiyle ve kaderle, bahtsızlığıyla konuşmaya gelmiş.

Sevdiği kızı, babaannesinin yanına ona köysel işlerde yardım etmeye gittiği zaman köyde onun tabiriyle ‘çeşme başında’ görmüş ve BUM! İlk görüşte aşk. Kız, arkadaşları ‘Şu çocuğa bak, seni izliyor.’ dediklerinde ‘Ben onun hislerinin kalbinden geldiğini gözlerine bakınca gördüm. Ne o beğenemediniz mi?’ diye cevap vermiş. Aradan zaman geçtikten sonra görüşmeye başlıyorlar teknolojik yollar yardımıyla ve bu Uğur’un askerde geçirdiği süre de dâhil olmak üzere tam sekiz yıl sürüyor. Taaki askerden dönünceye kadar. İş bulduktan sonra sevdiğiyle evlenmek istiyor ve haber yolluyor kızın ailesine. Gelen cevap; ayyaşın oğlu da ayyaş olur. Bir yandan bu yıkıcı cevap bir yandan da kızın eski sevgilisiyle görüşmeye başlaması iyice çekilmez kılmış her şeyi.

Bu noktada araya girdim ve kendimden bahsetmeye başladım hemen. ‘…okuyorum, öğrenciyim…’ dediğimde inceden bir ses çınladı kafamın içinde ‘Okumak güzel şey dimi?’ diye. İşte o andan sonra Angora’nın ve Deve’nin tadı kaçtı. Elim ikisine de gitmez oldu, utandım kendimden. Buraya gelirken çok dertli olduğumu düşünüyordum ama’ Boş versene ya, ne derdinden bahsediyorsun!’ dedim kendi kendime.

‘Olsun Uğurcum yine de hayat güzel’ dedim. ‘Aslında biraz da garip çünkü buraya gelirken nasıl geldiğimi bilmiyorum, muhtemelen seninle karşılaşmasaydım üçüncü denememi yapacaktım. Seni bana Allah yolladı iyi ki karşıma çıktın.’ dedi. ‘Sende iyi ki karşıma çıktın yoksa niceydi halim, o çok büyük sorunlarımın içinde boğulacaktım bende ama sen bana iyi geldin.’ dedim.

Angora’yı çöpe attım kalan Deve’leri de sonradan başvurmak üzere cebe attım. Ben çok sevdim Uğur’u hayatımda gördüğüm en güzel insanlardan birisi, eminim tanısaydınız sizde severdiniz. Bahtın açık olsun kardeş.

Arka fonda, Adnan Şenses’ten Benim derdim dert midir, senin derdin yanında…

5 Şubat 2014 Çarşamba

İki Güzel İnsan 2…



Ne gündüz kalmış ne gece, ne zaman kalmış tanıdık ne de dost, yalnızlık almış başını gitmiş. Biz yine kalmışız kendimizle baş başa, küçük görünümlü tanımsız mutluluklarımızla. Değil bilip bilmediklerimizle ilgili ahkâm kesmek ağzımızdan kelimeler çıkmaya üşenir hale gelmiş. Sevdiğimiz mekânları hatırlamaz, kadim dostları tanıyamaz olmuşuz. Sorunlardan o kadar uyuşmuşuz ki farkındalık hissimizi bir rafa kaldırmışız, üstüne biriken tozları temizlemek bile zor gelmiş. Bu kadar derin yarıkları hissetmeye başladığımız ve iyiden iyiye karanlığa büründüğümüz anda hayatımın en güzel ikinci insanı Osman çıkagelmiş.

Önce şöyle bir uzaktan keser adamı Osman, ‘Noluyo lan!’ diyerekten. Sonra gelir yanına oturur, en incesinden sözle sataşır bambaşka bir konudan aklında kalan kırıntılarla. Sonunda dayanamaz patlar ‘Noldu olum!’ der. Klasik başlangıç budur, sonrasında anlatırsın ucundan az biraz, hemen o tipik tavrını takınır ve kendini en iyi tanımlayan sözü söyler ağzını büzerek, Karadeniz’de filosu varmış gibi ‘Kanka, boş ver sene yaaaaa!’

Osman’ın çok farklı bir tarzı vardır insan ilişkilerinde. En başta sizinle dalga geçiyor sanırsınız ya da ‘Ne kadar g.tü kalkık!’ dersiniz içinizden, bildiğiniz uyuz olursunuz yani. Ama bir yandan da şeytan tüyü vardır şerefsizde, kendine çeker hemen sizi. Tatlıdır velet, hem de tatlı dilli. Neyi, nerde, nasıl söylemesi gerektiğini iyi bilir. Öğretmeye kalkarsan da acımaz, itin g.tüne sokmaktan beter eder adamı. Keşke açmasaydım ağzımı dersin. Ukalalık iliklerine işlemiş ve insanı en sinir eden yanı bunu çok iyi bilmesidir.

Rahat adamdır Osman görünüşte, sanırsınız ‘sex and the city’ ‘deki gibi bir hayatı var, sanki lüx mahalle çocuğu. Biri gelir biri gider tilkilerinin, ötekisinin ne yaptığı belli değil. Dışarıdan sallamaz görünür ama yakından tanımak lazım gözlerindeki ışığın can çekişini iyice görebilmek için. Onun tilkileri oturmuş değillerdir, hep hareket halindedirler, anarşisttirler Osman için Osman’a rağmen. Dış görünüşü, gülen yüzü tamamen kamuflajdır içindeki çalkantıları gizleyen.

Biraz yavşaktır Osman ama bunu onun sıcakkanlılığına bağlayıp kötüye yormamak lazım derim ben hep. Okuryazardır kendisi, çok kültürlü çok bilgili görünümlüdür, içi hepten kofti de değildir ama çok abartmamak lazım. Şekilcidir tabii biraz doğal olarak, ister ki her şeyin en iyisi olsun, fazlası olsun eksiği olmasın. Onun hikâyesi külkedisi hesabı, yalnız kaldı mı balkabağına dönüşür her şey. İçi zengindir bakışı gibi hayatta duruşu gibi.

Severiz güzel insan Osman’ı. En son Süleyman’ın uğraşıp ta beceremediği şu televizyon meselesinden birkaç gün sonra bana uğradı ona da bahsettim durumdan. Abartmış olmayım yarım saat sonra bir tamirci dikildi kapıya. Meğersem önceden ayarlamış her şeyi Sülo’dan öğrenip. Tamirci geldi işini yaptı, ücretini ödedim gitti. Buda hayıflanıyor ‘Nasıl sürprizimi beğendin mi?’ diye. Pezo kıyak yapıyor sözde. Neyse iki nEFES aldı da keyfimiz yerine geldi. İsterseniz size de bir kıyak geçer ama şovunu da yapar.