‘Darlandıkça buraya
gelirim dalgaları seyretmeye onlarla konuşmaya. İki defa denedim ama başarılı
olamadım. İçine kabul etmedi beni bu dalgalar.’ diye başladı uzun, dert kokan
ama kendini dinlettiren konuşmasına Uğur’um. Ağzından çıkan sözcükleri anlamak
için çok bilgili olmaya gerek yok, üzerine cahillik kokusu sinmiş en bet
insanın bile içi titrerdi bu öyküyü dinlerken. Bir yanda denizi ve üstümüzü tüm
şiddetiyle döven yağmur, öteki yanda Beşiktaş’ın tarihi Üsküdar iskelesinin etrafında
birbirleriyle oynaşan fareler ve biricik dostlarım Angora ile Deve de şahit
oldu bu hikâyeye.
Uğur 23 yaşında, esasen
Erzincanlı ama hayatının büyük kısmını İstanbul’da geçirmiş, 11 yaşında okulu
bırakmış iş hayatına girmiş, esas mesleği araba tamircisi olmasına rağmen şuan
Teşvikiye’de bir otoparkta çalışıyor. Ayyaş bir babası, cefakâr bir anası, bacısı
ve kardeşi var. Asıl mesleği kunduracı olan babasının alkolle fazla haşır neşir
olması ailesinin en büyük sorunu ama atsan atılmaz satsan satılmaz diyecek
kadar da babasına değer veriyor ne kadar sevdiği kıza kavuşamamasının ve
ailesel sorunların sebebi O olsa da.
Saat 01.00 sularında
karşılaştık Uğur kardeşle, sahilde uzakları izliyordu. Yanıma yaklaşıp ‘Saat
kaç?’ diye sordu cevap vermek için telefonuma bakarken aklımdan ‘Acaba ne derdi
var bir sesleneyim iki laflarız bana da iyi gelir belki.’ dedim. ‘Buyur birader
gel otur.’ dememle konuşmaya başladı.
‘Hiçbir şey için değmez
zaten güzel olan kötüdür, kötü olan da güzeldir önemli olan tadını çıkarmak,
değerini bilmek bu hayatın.’ dedim. ‘Bende bir baba var!’ dedi iç çekerek. Bu akşam
burada olmasının sebebi O imiş. Eve yüzü gözü kan içinde gelmiş, hastaneye,
doktora götürmek istemiş O gelmemiş, sinirlenip kendini dışarı atmış. ‘3
saattir taban tepiyorum kendimi burada buldum.’ dedi.
Aslında sahile kendini
atmasının esas sebebi kız meselesi, eli kolu bağlanmış her erkek gibi kendini
yalnızlığa, sahil kasabası hikâyelerindeki erkek karakterler gibi denizden bir
şeyler almaya hatta onun ağzına alırken bile tüm vücudunu titreten zalim
sorulara cevap bulmaya gelmiş. Kendisiyle ve kaderle, bahtsızlığıyla konuşmaya
gelmiş.
Sevdiği kızı,
babaannesinin yanına ona köysel işlerde yardım etmeye gittiği zaman köyde onun
tabiriyle ‘çeşme başında’ görmüş ve BUM! İlk görüşte aşk. Kız, arkadaşları ‘Şu
çocuğa bak, seni izliyor.’ dediklerinde ‘Ben onun hislerinin kalbinden
geldiğini gözlerine bakınca gördüm. Ne o beğenemediniz mi?’ diye cevap vermiş.
Aradan zaman geçtikten sonra görüşmeye başlıyorlar teknolojik yollar yardımıyla
ve bu Uğur’un askerde geçirdiği süre de dâhil olmak üzere tam sekiz yıl
sürüyor. Taaki askerden dönünceye kadar. İş bulduktan sonra sevdiğiyle evlenmek
istiyor ve haber yolluyor kızın ailesine. Gelen cevap; ayyaşın oğlu da ayyaş olur.
Bir yandan bu yıkıcı cevap bir yandan da kızın eski sevgilisiyle görüşmeye
başlaması iyice çekilmez kılmış her şeyi.
Bu noktada araya girdim
ve kendimden bahsetmeye başladım hemen. ‘…okuyorum, öğrenciyim…’ dediğimde
inceden bir ses çınladı kafamın içinde ‘Okumak güzel şey dimi?’ diye. İşte o
andan sonra Angora’nın ve Deve’nin tadı kaçtı. Elim ikisine de gitmez oldu,
utandım kendimden. Buraya gelirken çok dertli olduğumu düşünüyordum ama’ Boş
versene ya, ne derdinden bahsediyorsun!’ dedim kendi kendime.
‘Olsun Uğurcum yine de hayat güzel’ dedim. ‘Aslında
biraz da garip çünkü buraya gelirken nasıl geldiğimi bilmiyorum, muhtemelen
seninle karşılaşmasaydım üçüncü denememi yapacaktım. Seni bana Allah yolladı
iyi ki karşıma çıktın.’ dedi. ‘Sende iyi ki karşıma çıktın yoksa niceydi halim,
o çok büyük sorunlarımın içinde boğulacaktım bende ama sen bana iyi geldin.’
dedim.
Angora’yı çöpe attım
kalan Deve’leri de sonradan başvurmak üzere cebe attım. Ben çok sevdim Uğur’u
hayatımda gördüğüm en güzel insanlardan birisi, eminim tanısaydınız sizde
severdiniz. Bahtın açık olsun kardeş.